Teknolojideki ilerlemeler kameraların özelliklerini çok daha ileri düzeylere getiriyor olsa da (dahili düzenleme, HDR, GPS, WiFi gibi), DSLRler birçok nedenle hantal kalmaya devam etti. İlk olarak, kameraların içindeki aynalar, sensörler kadar büyük olmak zorunda idi, bu da kamera içinde çok fazla yer kaplamak anlamına geliyordu. İkinci olarak, dikey olarak gelen ışınları yatay bir hale getirmeye yarayan vizörler de ayna ile aynı boyutta olmak zorunda idi, ki bu da kameraların hantal görünümlerinin bir diğer nedeni idi.
Son olarak, üreticiler, mevcut lenslerinin yeni ürettikleri dijital kameralar ile uyumlu olmalarını istemişti, bu sayede filmli kameralardan dijital kameralara geçiş, müşterilere pahalıya mal olmayacaktı. Bu, üreticilerin her iki kamera türü için "flanş mesafesini" (kameranın lens ile bağlantı noktası ile sensör düzlemi arasındaki mesafe) korumaları gerektiği anlamına gelmekteydi. Her ne kadar APS-C / DX sensörler ve lensler DSLRlerin hantallıklarını azaltma açısından harika bir yol gibi görünse de, flanş uzaklığı / uyumluluk endişeleri DSLERleri fiziksel olarak ağır ve oldukça büyük bir halde bıraktı. 35mm filmli kameralar yerlerini full-frame dijital sensörlere bıraktı, bu yüzden pentaprizma ve aynalar filmli günlerdeki boyutlarını korumak durumunda kaldı. Bir yandan, filmli, APS-C ve full frame DSLRler arasında lens değişmeleri açısından, flanş mesafesini sabit tutmuş olmak yeniden-dizayn ve yeniden-marketleme işlemleri gereksinimini ortadan kaldırmıştı. Diğer yandan, DSLRler karmaşık yapıları barındıran aynalarının varlıkları nedeniyle asgari gereksinimlerinin ötesine geçememekteydi.
DSLR Kamera Kısıtlamaları
DSLRlerin "lens boyunca" görüntülemeyi sağlayabilmek için aynaya olan gereksinimleri nedeni ile aşağıdaki kısıtlarmalar meydana gelmektedir:1. Boyut ve Hacim: Refleks sistemler (Aynalı sistemler) ayna be prizmalar için boşluğa ihtiyaç duydukları için DSLRlerin daha geniş bir hacmi ve üstte çıkıntısı bulunmaktadır. Ayrıca, vizör, bütün DSLRlerde aynı noktada, optik aksis ve dijital sensör ile aynı hizada bulunmak zorundadır – açıkçası, başka bir yere yerleştirilme imkanı yoktur. Sonuç olarak, bütün DSLRler hemen hemen aynı dış görünüşe sahiptir.
2. Ağırlık: Büyük boyutlar ve hacimleri ağırlık anlamını da beraberinde getirmektedir. Çoğu giriş-düzeyi DSLRler plastik gövdeye sahip olsa ve dahili bileşenleri onları daha hafif bir hale getiriyor olsa da, ayna ve pentaprizma için gerekli olan yapının sağlanabilmesi için gereken alanlar asgari ağırlığın sağlanabilmesi konusunda sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, bu kadar büyük bir alanı sırf daha küçük / hafif gösterebilmek adına incecik bir plastik tabakası ile kaplamak da pek akıllıca bir tercih olmamaktadır – özellikle bir DSLR'nin en temel prensiplerinden birisinin dayanıklılık olduğu düşünülürse. Üstüne üstlük, DSLR lensleri de genellikle büyük ve ağırdır (özellikle 35mm'lik filmli / full frame kameralar için üretilmiş olanlar), bu yüzden çok hafif bir kamera gövdesine sahipseniz, denge sorunları yaşayacaksınız. Sonuç olarak, daha büyük DSLR sistemleri ağırlığı doğrudan etkilemektedir
3. Karmaşık Ayna ve Obtüratör Tasarımı: Her bir çekimi tamamlayabilmek için ışığın sensöre ulaşmasının sağlanabilmesi için aynanın yukarı ve aşağı hareket etmesi gerekmektedir. Sadece bu süreç bile birçok sorunu beraberinde getirmektedir:
- Ayna Hareketi: SLR kameralardan geldiğini duyduğunuz o meşhur ses aynanın yukarı aşağı hareketinden kaynaklanmaktadır (obtüratörün hareketi çok daha sessizdir). Aynanın bu hareketi çok fazla sese ve kamera sarsıntısına neden olmaktadır. Kamera üreticiler bu sorunun üstesinden gelebilmek için birçok farklı sistem geliştirmiş olsa da (Örneğin, Nikon için "Quiet" (Sessiz) Modu), yine de aynanın hareketi sese neden olmaktadır. Özellikle uzun odak uzaklıkları ve yavaş perde hızları ile çalışıyorsanız, kamera sarsıntısı da bir sorun olarak karşınıza çıkacaktır. Yeniden belirtelim ki, kamera üreticileri bu tür sorunların ortadan kalkması için "Mirror Lock-Up" (Ayna Kilitleme) ve "Exposure Delay" (Pozlama Gecikmesi) gibi bazı sistemler geliştirmişlerdir.
- Havanın Hareketi: Aynanın yukarı aşağı hareketi, kameranın içinde bir hava akımı meydana getirmektedir. Hava akımı ile kamera içine girmiş olabilecek olan toz ve diğer parçacıklar kameranın sensörüne yapışabilecektir. Bazı insanlar, aynasız kameralar ile DSLRlerin lenslerinin değiştirilmesi sırasında, DSLRlerin ayna muhteva etmelerinden dolayı sensöre toz ulaşma riskinin azaldığına dair fikirlerden dolayı, fikir ayrılıkları yaşanmaktadır. Bu konuda haklılık payı da mevcut. Yine de kameranın içine toz kaçtıysa ve bu toz aynanın arkasına kadar ulaştıysa ne olur? Bütün toz parçacıkları aynanın arkasında dolaşıp duracaktır. Kendi deneyimlerime göre aynasız kameralar, DSLRlerden daha az risk taşımaktadır.
- Çekim Hızı Kısıtlamaları: Modern obtüratör mekanizmaları son derece etkileyici olsa da aynanın yukarı aşağı hareketinden dolayı bir miktar da olsa kısıtlamalar yaşamaktadır. Nikon D4 saniyede 11 kare çekim hızına sahiptir, yani bir saniye içinde ayna 11 kez yukarı-aşağı hareket edecek, aynı zamanda obtüratör de bu harekete uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Çekimin hatasız tamamlanabilmesi için bu iki sistemin mükemmel bir şekilde uyum içinde çalışması gerekmektedir. Bu sistemin çalışmasına dair bir videoyu aşağıda izleyebilirsiniz (39. saniyeden sonra):
Bu sistemin saniyede 15-20 kez çalıştığını hayal edin – muhtemelen fiziksel olarak imkansız bir şeyden bahsediyoruz.
- Yapım ve Destek Maliyeti: Ayna mekanizması son derece karmaşık bir yapıdadır ve binlerce farklı parçadan oluşmaktadır. Bu nedenle, sistemin üretilmesi ve herhangi bir sorun çıktığında destek süreci son derece maliyetlidir. Bir DSLR'nin sökülmesi ve parçalarının yerine yerleştirilmesi son derece zaman alabilmektedir.
4. Canlı Önizleme Özelliğinin Olmayışı: Optik vizörden bakarken, çekiminizi tamamladığınızda nasıl bir görüntü meydana gelebileceğini göremezsiniz. Pozometreye bakarak (ki çoğu durumda şaşabilmektedir) doğru bir şekilde pozlama yapmayı denersiniz.
5. İkincil Ayna ve Faz Algılama Hassasiyet: DSLR kameranızdaki faz algılama otomatik odaklama sisteminin ikinci bir aynaya gereksinim duyduğunu belki biliyorsunuzdur. Kısaca, aynaya ulaşan ışığın bir kısmı, birincil ayna ile farklı bir açıda yerleştirilmiş olan ikincil bir aynaya ulaşır. İkincil aynanın amacı, kameranın içinden geçen ışığı, kameranın alt kısmında yer alan bir faz algılama sistemine ulaştırmaktır. İkincil aynalar ile ilgili problem, faz algılama sistemi ile aynanın mükemmel bir şekilde yerleştirilmiş olması noktasında ortaya çıkmaktadır. En küçük bir sapma varsa, odaklamada sorunlar yaşanacaktır. Daha da kötüsü, faz algılama sistemi ile ikincil ayna birbirlerine mükemmel şekilde paralel şekilde yerleştirilmiş olmak zorundadır. Aksi takdirde, bazı odaklama noktaları isabetli bir şekilde çalışacakken bazıları çalışamayacaktır.
6. Faz Algılama ve Lens Kalibrasyon Sorunları: Geleneksel DSLR faz algılama sistemlerinin tek sorunu ikincil ayna değildir, ayrıca bu sistemin kullanılan lensler ile de son derece uyumlu olması gerekmektedir. İki farklı durum mevcuttur – mükemmel odaklama ikinci aynanın faz algılama sistemine düzgün bir şekilde ve doğru bir açı ile yerleştirilmesini (yukarıda bahsedilmişti) ve lensin, kamera gövdesine düzgün bir şekilde bağlanmış olmasını gerektirmektedir. Eğer geçmişte odaklama ilgili sorunlar yaşadıysanız, kamerayı tamirciye göndermişsinizdir. Genellikle, kamera üreticileri kamera gövdesi ile birlikte lensin de gönderilmesini isteyeceklerdir. Bunun neden olduğunu merak ettiyseniz, artık sebebi biliyorsunuz – böyle bir soruna iki şey sebep olabilir. Teknik serviste lensi düzeltirlerse ancak kameranızda hafif bir sapma varsa, işler daha da kötüye gidebilir. Bu nedenle kamerayı ve lensi aynı anda servise göndermek en iyi seçenektir.
7. Fiyat: Her ne kadar üreticiler DSLR üretiminde büyük mesafeler kat etmiş olsa da, ayna sisteminin kurulması yine de kolay bir iş değildir. Birçok hareket eden sistemi, metal bir düzeneğin içinde başarılı bir şekilde çalıştırmak son derece meşakkatli bir süreçtir. Bu süreçteki her bir adım, üreticiye bir maliyet olarak geri dönmektedir. Ve bu, burada bitmiyor – üretim aşamasında herhangi bir aksaklık meydana gelmişse, üretici sistemi tamir etmek ve hatta bazı durumlarda yeniden inşa etmek durumunda kalmaktadır, ki bu süreç, çok yoğun emek istemektedir.
7. Fiyat: Her ne kadar üreticiler DSLR üretiminde büyük mesafeler kat etmiş olsa da, ayna sisteminin kurulması yine de kolay bir iş değildir. Birçok hareket eden sistemi, metal bir düzeneğin içinde başarılı bir şekilde çalıştırmak son derece meşakkatli bir süreçtir. Bu süreçteki her bir adım, üreticiye bir maliyet olarak geri dönmektedir. Ve bu, burada bitmiyor – üretim aşamasında herhangi bir aksaklık meydana gelmişse, üretici sistemi tamir etmek ve hatta bazı durumlarda yeniden inşa etmek durumunda kalmaktadır, ki bu süreç, çok yoğun emek istemektedir.
Aynasız Kameralar Kurtuluş Mudur?
İçinde ayna barındırmayan (bu nedenle "aynasız" olarak adlandırılıyor) kameraların parlamalarıyla birlikte, DSLR kameraların gelecekte itici güç olmayacağının farkına vardılar. Sadece maliyeti göz önünde bulundurursak, bu son derece mantıklı; fakat geçerli yeniliklere gerçekten göz atmamız gerekirse, DSLRler ile nasıl bir karşılaştırma yapabiliriz? DSLR'in her bir yeniliği ile birlikte çıtayı daha da yükseltiyoruz. Otomatik odaklama performansı ve isabeti çok yüksek düzeyde. İşlemciler 60p HD video çekebilmek için yeterli düzeyde. Kamera üreticileri, aynı kameraları farklı adlarla, farklı modellerle tekrar satışa sunmaktadır. IS nereye eklenecek? GPS? WiFi? Anlık Fotoğraf Paylaşımı? Daha fazla fotoğraf düzenleme özelliği? Bütün bunlar kulağa hoş geliyor, fakat gelecekte öncülük edebilecekler mi? Hiç sanmıyorum.
Aynasız kameralar geleceğe öncülük etme açısından bakıldığında devasa seçenekler sunmakta, geleneksel DSLRlerin getirdiği problemleri de ortadan kaldırmaktadır. Aynasız kameraların avantajlarına bir göz atalım:
1. Küçük Boyut / Hacim ve Hafiflik: Ayna ve pentaprizma sisteminin ortadan kaldırılmış olması çok fazla alanın kullanılması sorununu ortadan kaldırmıştır. Bu demek oluyor ki, aynasız kameralar daha küçük, daha az hacimli ve DSLRlere oranla daha hafif üretilmektedir. Kısa flanş uzaklığı ile birlikte lens ve gövdenin fiziksel boyutu da küçülmüştür. Özellikle APS-C sensörlerde bu daha da geçerlidir. Gereksiz yere harcanan boşluk azalmıştır, daha büyük bir kamera taşımayı gerektirecek boşluklar ortadan kalkmıştır. Aynasız kameralar DSLRlerden çok daha hafif bir şekilde üretilmiştir.
Akıllı telefonların kompakt kameralar olarak kullanılması bize çok önemli bir ders verdi – kolaylık, küçük ve hafif bir kamera da çok kaliteli fotoğraflar çekebilir. Basçek (Point and Shoot) kameraların satışlarında büyük oranda azalmalar meydana geldi çünkü insanlar akıllı telefonlarıonın "yeterince iyi" olduklarını düşünmeye başladılar. Bütün akıllı telefon üreticileri, telefonlarına kamera özelliklerini yerleştirerek telefonların sadece bir telefon olarak değil, bir kamera olarak da kullanılmasını sağlamıştır. Satışların artışı bir yana, bu telefonlar gerçekten iş görüyor – çok fazla insan basçek kameralarını evde bırakıyor ve çekimlerini yeni nesil akıllı telefonları ile gerçekleştiriyor. Basitçe, küçük ve hafif teknoloji günümüzde kazanmış durumdadır. Bu akımı birçok diğer nesnede, ince ve hafif TVler, tabletler şeklinde görebilmekteyiz.
Benzer şekilde, insanlar da kalite farkı olmadığını fark ettiklerinde çok daha hafif sistemlere yönelme eğilimi göstermektedir.
2. Ayna Mekanizmasının Yokluğu: Ayna açılıp kapanışının olmaması birçok iyi sonucu getirmektedir:
- Daha Az Ses: Ayna çarpışı sesi olmayacağı için sadece obtüratör sesini duyacaksınız.
- Daha Az Kamera Sarsıntısı: DSLRlerden farklı şekilde, sadece obtüratör hareket edeceği için kamera sarsıntısı da en aza inecektir.
- Hava Hareketinin Yokluğu: Kamera boşluğunda hareket eden bir nesne olmayacağı için tozlar daha az problem olacaktır (bana göre).
- Kolay Temizlik: Sensöre toz gitmediği için DSLRlere oranla aynasız kameraları temizlemek daha kolaydır. Aynanın açık kalması için bataryanın tamamen şarj olmasını beklemeniz gerekmez – lensi çıkarır çıkarmaz sensörü temizleyebilirsiniz. Ayrıca, birçok aynasız kamera içinde faz algılama sistemi ve aynası arasında açıklık yoktur, bu nedenle tozun kamera içinde dolaşması şansı oldukça azdır, dolayısıyla sensör temiz kalacaktır.
- Çok Hızlı FPS Hızı: Kameranın içinde bir aynanın olmayışı birim saniyede çok daha fazla fotoğraf çekebilme (FPS) anlamına gelmektedir. Bu demek oluyor ki aynasız kameralar çok hızlı bir şekilde fotoğraflar çekebilir.
- Ucuz Üretim ve Destek: Daha az hareket eden parça üreticiye daha ucuza mal olmakta ve gerektiğinde teknik destek çok daha ucuza sağlanmaktadır.
4. Faz Algılama / İkincil Ayna Hizalama Sorunlarının Olmaması: Günümüz aynasız kameralarının çoğu faz ve karşıtlık algılama otomatik odaklama sistemlerini kullanan bir hibrit otomatik odaklama sistemi kullanarak üretilmektedir, bu nedenle faz algılama ve ikincil aynalar konusunda endişe duymanıza gerek kalmamaktadır. Yeni nesil aynasız kameraların bazılarında faz algılama sensörleri asıl sensörlerin üzerinde yer almaktadır, bu sebeple faz algılama sistemi uzaklıkla kalibre edilmek zorunda kalmamaktadır.
5. Fiyat: Aynasız kameraların üretimi DSLRlerin üretiminden çok daha ucuza mal edilmektedir. Günümüzde çoğu kamera üreticileri kamera sistemleri için üst düzey teknolojiler kullanmaktadır, bu nedenle yüksek maliyetler ortaya çıkmaktadır. Aynasız kameraların genel üretim maliyetleri DSLRlerden daha düşük olsa da otomatik odaklama performansı ve EVF (Elektronik Viewfinder - Elektronik Vizör) gibi diğer teknolojilerin araştırılması ve geliştirilmesi için üst düzey bütçeler ayrılmaktadır. Ayrıca, aynasız kameralar görece yeni olduğu için, üreticiler insanlara ulaşmak için de belirli bir bütçe ayırmak zorundalar. Yine de bazı aynasız kameraların fiyatları giriş seviyesi DSLRlerden daha düşüktür.
6. Elektronik Vizör: Aynasız kameraların günümüzdeki ve gelecekteki en güçlü özellikleri EVF sistemleridir. Tartışmaya gerek olmadan EVFler (Elektronik Vizör) OVFlere (Optik Vizör) oranla çok büyük avantajlara sahiptir. Her ne kadar günümüzdeki EVF olması gerektiği kadar güçlü ve hassas olmasa da (aşağıda görebilirsiniz), üreticilerin bu sorunu çözmesi an meselesidir. EVF'nin OVF'ye karşı üstünlüklerinden bahsedelim:
- Bilgi Kalıbı: OVF kullanımında, temel kılavuz çizgilerinden başka bir şey göremezsiniz. Vizörden baktığınızda bazı temel bilgileri görebilirsiniz, fakat bunlar sabittir ve kolaylıkla değiştirilemez. EVF kullanımında vizörden baktığınızda – pozlama bilgilerinden histogramlara kadar – görüntülemek istediğiniz bilgileri seçebilirsiniz. Muhtemel bulanık çekim uyarısı gibi bazı uyarılar da eklenebilmektedir.
- Canlı Önizleme: LCD'deki canlı önizleme özelliğinin aynısı EVF içinde de gösterilebilmektedir.
- Fotoğraf Yorumu: Bir OVF ile asla elde edemeyeceğiniz önemli bir özelliktir. Vizörden baktığınızda, çekeceğiniz görüntünün nasıl görüneceğini önceden görebilmek nasıl olurdu? OVF ile LCD ekran üzerinden yaptığınız çekimi kontrol etmek zorunda kalıyordunuz, özellikle gün ışığı koşullarında zorluklarla karşılaşılıyordu. İnsanlar gün ışığında LCD ekrandaki görüntüyü görebilmek için hoodloupe kullanmak zorunda kalıyordu. EVF ile birlikte, bu sorun hakkında endişelenmenize gerek kalmıyor, çünkü vizörü, fotoğrafları yorumlamak için de kullanabiliyorsunuz.
- Odak Piki: Odak pikinin ne olduğunu bilmiyorsanız, aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz:
- Vizörde Daha Fazla Görüş Açısı: OVF ile birlikte %95'lik bir görüş açısı elde edersiniz, özellikle daha eski DSLRlerde. Bu, vizörden baktığınızda gördüğünüz fotoğraf, aslında çektiğiniz fotoğrafın %95'ini kapsıyor anlamına gelmektedir, yani %5'lik bir alanı göremiyorsunuz demektir. EVF ile birlikte, bu sorun hakkında endişelenmenize gerek kalmayacak, vizörden baktığınızda gördüğünüz alan %100'lük bir kapsama alanı sunacaktır, yani vizörden bakığınızda ne görüyorsanız, onu çekeceksiniz demektir.
- Daha Parlak Ekran: Eğer ışık koşulları zayıfsa, OVF ile baktığınızda çok fazla şey göremezsiniz. OVF ile odaklama yapmak, özellikle düşük ışık koşullarında oldukça zordur, çekiminiz tamamlanana kadar da çektiğiniz fotoğrafın net çıkıp çıkmadığını kestiremezsiniz. EVF ile birlikte, parlaklık düzeyi "normalleştirilebilir", böylece, her şey gündüzmüş gibi görebilirsiniz. Bu durumda ortaya grenler (noise) çıkabilir, fakat OVF ile çekim yapmaya çalışmaktan daha iyi bir tercihtir.
- Dijital Zum: En sevdiğim özellik! Daha önce DSLR'nizde Canlı İzleme özelliğini kullandıysanız, yakınlaştırmanın ne kadar önemli olduğunu fark etmişsinizdir. Çoğu modern DSLRlerde %100 oranında zum yapabilir ve etkileyici odaklamayı sağlayabilirsiniz. Bu özelliği aynasız kameralarda, vizörü kullanarak gerçekleştirebilirsiniz. Lensi kullanarak elle odaklama yaptığınızı ve çekimi tamamlamadan önce %100 oranında bir yakınlaştırma yaptığınızı düşünün. Birçok aynasız kamera bu özelliğe sahiptir. Bir OVF'nin bu özelliğe asla sahip olamayacağını söylemek zorundayım.
- Yüz / Göz Takip Etme Sistemi: EVF'nin en hoş teknolojilerinden birisi budur. EVF sensör üzerindeki gerçekleşen bütün hareketleri size gösterebildiği için yüz hatta göz takip etme sistemleri gibi birçok veriyi kullanabilirsiniz. Basçek (Point and shoot) kameralarda yüz takip etme sistemlerini görmüş olabilirsiniz, fakat aynasız kameralardaki sistem bir adım ileridedir, kameranız en yakındaki kişinin gözlerine odaklanabilmektedir. Sony, yeni A7/A7R kameralarında bu teknolojiyi kullanmaktadır.
- Potansiyel Olarak Limitsiz Odaklama Noktası: Çoğu DSLR'nin belirli sayıda otomatik odaklama noktasına sahip olduğunu bilirsiniz. Çoğu durumda bu noktalar işe yarasa da kadrajınızın kenarlarındaki bir noktaya odaklanmak isteseydiniz ne olurdu? Tek seçeneğiniz, o noktayı merkeze alarak odaklama yapmak daha sonra da çekiminizi yeniden kompoze ederek gerçekleştirmek olacaktı, fakat odak düzlemini hareket ettirdiğiniz için sonuç her zaman mükemmel olamayabilirdi. Ayrıca, merkezi odaklama noktasından uzaktaki herhangi bir şey tipik olarak isabetsiz olacak ve "focus hunting" denilen bir sonuca neden olabilecekti. Aynasız kameralar ve faz algılama sisteminin sensöre olan konumu nedeni ile bu sorun kolaylıkla aşılabilmektedir.
- Özne Takip ve Gelecek Veri Analizi: Yüz ve göz takip sistemi gibi teknolojilerin günümüzde kullanılmaya başladığını düşünün ve gelecekte ne tür teknolojilerin geliştirilebileceğini hayal edin. Kadrajınız içindeki herhangi bir hareketi takip eden bir akıllı sistem geliştirilebilecektir. Günümüzdeki üst düzey DSLRler bile nesnelerin takibinde zorluk yaşamaktadır. Uçan kuşların fotoğrafını bir DSLR ile çekmeyi denediyseniz, takip etmenin zorlukları ile, özellikle kuş odaklamayı yaptığınız alandan uzaklaşmaya başladıysa veya ışık koşulları yetersizse, karşılaşmışsınızdır. Gerekli veri piksel düzeyinde analiz edilmeye başlandığında, tek bir odaklama noktasına sabit kalmanıza gerek olmayacak ve aynasız kameralar ile birlikte, nesne takibi son derece kolay bir hale gelecektir.
- Göz Hasarı: OVF ile güneş fotoğrafı çekiyorsanız, özellikle uzun odak uzaklıkları kullanıyorken, son derece dikkatli olmalısınız. EVF ile, görüntü doğrudan sensöre düşeceği için, gözlerinize zarar gelmeyecektir.
Aynasız Kameraların Kısıtlamaları
Aynasız kameraların DSLRlere göre avantajlarından uzun uzadıya bahsettim. Şimdi de kısıtlamalardan bahsedeceğim:- EVF Gecikmesi: Bazı EVF uygulamaları çok duyarlı olmadığı için belirgin gecikmeler yaşamaktadır. Bir OVF ile karşılaştırıldığında gerçekten önemli bir sorundur, gecikme ortadan kalkana kadar da bir sorun olarak kalacaktır. En gelişmiş EVFler eskiden olduğundan daha iyi bir durumda. EVF teknolojileri geliştikçe, sorun tamamen ortadan kalkacaktır.
- Sürekli Otomatik Odaklama / Nesne Takibi: Aynasız kameralardaki karşıtlık algılayıcı sistem etkileyici düzeylere ulaşmış olsa da, sürekli otomatik odaklama ve nesne takibi konusunda halen zayıflık yaşadığı bir gerçektir. Bu özellikleri vahşi yaşam veya spor fotoğrafçılığı gibi dallarda çok daha kullanışsız bir duruma getirmektedir. Ancak, hibrit otomatik odaklama sistemlerinin ve sürekli gelişimlerinin bir sonucu olarak, yakın zamanda çok daha iyi sürekli otomatik odaklama kapasitelerine kavuşacağız. Bu alandaki gelişimlerin yavaş olmasının sebeplerinden birisi, aynasız sistemlerin küçük yapıları ve büyük telefoto lensler ile kullanıma göre tam olarak uygun olmamasıdır. Bu nedenle üreticiler, bu alandaki araştırma - geliştirme faaliyetlerine çok fazla önem vermemişlerdir. Tekrar söylemekte fayda var ki, bu alandaki eksiklik giderilmedikçe, bu önemli bir sorun olarak kalmaya devam edecektir.
- Pil Ömrü: Günümüzdeki aynasız kameraların en büyük dezavantajlarından birisidir. LCD'ye ve EVF'ye aktarılan güç pil ömründen çok fazla götürmektedir, ki çoğu aynasız kameranın tam dolu pil ile 300 çekim oranı vermesinin en önemli sebebi budur. DSLRler bu konuda çok daha etkilidir, tam dolu pil ile 800'den fazla fotoğraf çekilebilmektedir. Genel olarak büyük bir sorun olarak görünmese de, sürekli seyahat edenler ve elektriğe erişim imkanı az olan kişiler için önemli bir sorundur. Yine de, gelecekte bu sorunun çok daha iyi bir şekilde çözüleceğine inanıyorum. Piller çok daha güçlü bir şekilde tasarlanabilir ve pil sömüren LCDler OLED ekranlar ile değiştirilebilir.
- Kırmızı Nokta Desenler: Çok kısa flanş uzaklığına bağlı olarak, çoğu aynasız kamera "kırmızı nokta desenler" sorunu ile karşılaşmaktadır; ki bu sorun, özellikle küçük diyaframlar kullanılarak güneşli havalarda çekimler gerçekleştirildiğinde açıkça görülebilmektedir. Temel olarak, ışık ışınları sensöre çarparak geri döner ve lensin ön elemanına çarparak yoluna devam eder, sonuç olarak fotoğrafta kırmızı (bazen farklı renklerde) ızgaralı desenlere neden olur. Bütün aynasız kameralardaki kısa flanş uzaklığı nedeni ile bu sorunun üstesinden gelebilmenin herhangi bir yolu yoktur.
- Güçlü EVF Karşıtlığı: Çoğu EVF çok güçlü, "artırılmış", günümüz TVlerinde gördüklerimize benzer bir karşıtlık verecek şekilde üretilmiştir. Sonuç olarak, çok fazla siyah ve beyaz görebilecekken pek az sayıda (ne kadar dinamik aralığın yakalandığını anlamanıza yardımcı olabilecek) gri görebileceksiniz. EVF ile histograma bakıldığında dahi bir sıkıntı olacaktır. Üreticiler, EVFlerin görüntülediği fotoğrafların daha doğal bir şekilde nasıl görünebileceği sorusunun cevabını bulmalılar.
Gördüğünüz üzere, liste çok kısa; bu listedeki sorunların kısa bir süre içinde çözüleceğini umuyorum. Eminim ki aynasız kameraların her yenilenişinde sonuçlar çok daha ileri bir seviyeye erişecektir.
Özet olarak, söylemeliyim ki, DSLRler gelecekte aynasız kameralarla baş edemeyeceklerdir. Herkesin kısa bir süre içinde çok daha küçük ve hafif aynasız kameralara geçeceğini söylemiyorum – hayır, bu noktadan çok uzağız. Ancak, Canon ve Nikon gibi üreticiler, aynasız kameraların gelişimi ile birlikte DSLRleri daha iyi bir seviyeye getirmek için çok fazla uğraşmayacaklar. Aşağıda, Nikon ve Canon'un gelecekteki konumları ile ilgili düşüncelerimden bahsedeceğim.
Nikon'un Aynasız Geleceği
Günümüzde Nikon üç farklı formata ve iki farklı bağlantı noktasına (monte) sahiptir:
- CX – Nikon CX aynasız monte, 1 inçlik sensörler. Geçerli kameraları: Nikon 1 AW1, J3, S1, V2
- DX – Nikon F monte, APS-C sensörler. Geçerli kameraları: Nikon D3200, D7100, D300s
- FX – Nikon F monte, 35mm full frame sensörler. Geçerli kameraları: Nikon D610, D800/D800E, D3
Herkes aynasız kameraya geçerken, Nikon yeni aynasız monte üretimini durdurdu – küçük 1 inçlik sensörlü CX. Nikon 1 kameraların görüntü ve otomatik odaklama teknolojisi iyi ve genel sistemleri oldukça karmaşıkken, en büyük sorunları sensör boyutları olarak karşımıza çıkmaktadır. 1 inçlik bir sensörle (APS-C sensörlerden bile küçük), Nikon 1 kameralar APS-C kameralarla – APS-C kameraların full frame kameralarla, full frame kameraların da orta formatlı kameralarla, görüntü kalitesi, bokeh ve dinamik aralık gibi konularda baş edemediği gibi – baş edemeyecektir. Basitçe, sensör boyutu Nikon 1 / CX sistemlerin dezavantajlarıdır.
Peki, Nikon'u aynasıza taşımanın en mantıklı yolu nedir? Nikon'un bu konuda DX ve FX olmak üzere iki farklı seçeneği mevcuttur:
DX
- APS-C boyutlu sensörler için farklı bir aynasız bağlantı noktası geliştirmek.Bu, DX'i yok edecektir. DSLRler için DX formatının ömrünün uzun sürmeyeceğini düşünüyorum. Günümüzdeki APS-C aynasız pazarı ile rekabete girişebilmesi için Nikon'un daha kısa flanş uzaklığına uygun bir ağız geliştirmesi gerekmektedir. Şirket adına bu süreç çok maliyetli olacak ve yeni lenslerin geliştirilmesi zaman alacaktır. Nikon iki ağza yoğunlaşmak yerine üç ağza yoğunlaşmalı DX'e geçişi kademeli olarak gerçekleştirmelidir. Eğer bu gerçekleşmezse ve Nikon flanş uzaklığını sabit tutmayı tercih ederse, APS-C aynasız kameralar boyutları ve hacimleri nedeni ile her zaman büyük bir dezavantajı yanlarında taşıyacaktır. APS-C sensörler için yeni bir ağız geliştirilmesi ile birlikte Nikon daha küçük / hafif lensler ve kamera gövdeleri üretebilecektir.
- F ağzı tutmak, aynadan kurtulmak. Muhtemelen en ucuz ve en basit yol budur, bu yolla mevcut lensler de kullanılabilecektir. Ayna kullanımı ortadan kalkacağı için, APS-C sensörlü kameralar çok daha hafif olacak (pentaprizmanın kullanılmaması neticesinde), fakat sensör ile ağız arasındaki mesafe aynı kalacağı için, aynı derinliğe sahip olacaktır. Kamera gövdeleri kutu-görünümlü olacak, bu da ergonomik tasarımı zorlaştıracaktır. Bu aradai büyük kamera gövdeleri, büyük ve uzun lenslerle kullanıldığında daha dengeli sonuçlar verecektir.
- DX'in sonu: Nikon APS-C sensörler için farklı bir ağız geliştirmeyi tercih etmezse, DX formatını tarihe karıştırmayı da tercih edebilir ve sadece FX ve CX formatlarına yoğunlaşabilir. Bu senaryo gerçekleşecekmiş gibi görünüyor.
FX
- Full-frame sensörler için farklı bir aynasız bağlantı noktası geliştirmek: Temel olarak Nikon, Sony'nin A7 ve A7R kameralarda yaptığının aynısını yapabilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi pek muhtemel görünmüyor, çünkü bütün mevcut lens sahiplerini zedeleyecek bir davranıştır. 80 milyondan fazla satılmış lens ile birlikte Nikon, full-frame için yeni bir ağız üretmekle kendi topuklarına sıkmış olur. Ayrıca, daha küçük boyutlu full-frame kameralar yapmaya çalışmak düpedüz aptallık olurdu. Sony daha küçük bir gövdeye taşındı, fakat lenslerden taviz vermek zorunda kaldı. Full frame lenslerin kapasitelerini kullanabilmelerini sağlayabilmek ve aynı zamanda daha küçük bir kamera boyutu kullanmak optik olarak imkansıza yakındır. Sony bu konudaki çözümü, lensleri daha yavaş hale getirmekte buldu, çünkü daha hızlı bir lens elde edebilmek istediklerinde denge sorunları ortaya çıkmıştı. Nikon, aşağıda belirtildiği üzere, full-frame için F ağzını kullanmaya devam etmelidir.
- F Ağzı tutmak, aynalardan kurtulmak: Nikon'un gelecekte yapacağı şey, muhtemelen budur. Günümüzdeki mevcut tüm lensler çalışmaya devam edecek ve flanş uzaklığı aynı kalacaktır. İleri düzey FX kameralar uzun lenslerle ve ağır gövdeleri ile daha dengeli sonuçlar verecek, küçük ve hafif FX kameralar ağırlık açısından endişelenmek zorunda kalınmasının önüne geçecektir.
Canon'un Aynasız Geleceği
Canon'un aynasız kameralara geçişte Nikon'dan çok daha iyi bir yerde olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, Nikon CX gibi küçük boyutlu bir sensör desteği yok. İkinci olarak, APS-C boyutlu sensörde aynasız kamera kullanımına çoktan geçti – Canon EOS M. Doğal olarak Canon, bütün APS-C EF-S kameralarını M ağza çoktan taşıdı. Tek eksik kalan, ayna barındırmayan fakat aynı flanş uzaklığına sahip, Nikon'un F ağzı gibi bir full-frame EF ağzı. Yani, Canon sadece iki ağza odaklanıyor – EOS M ve EF.
Makalem bu kadar uzun olduğu için özürlerimi iletirim. Eğer herhangi bir şekilde geri bildirimde bulunmak isterseniz, aşağıdaki yorum formunu kullanabilirsiniz.
Aynasız fotograf makinelerinden Sony Alpha A6000 hakkında ne düşünüyorsunuz bilginiz var mı? Bana bu makineyi yorumlar mısınız?
YanıtlaSilKüçük bir kamera. Her zaman yanınızda taşıyabilirsiniz. Fiyatı da çok pahalı değil, benzer kameralar 10,000 TL gibi fiyatlarda satılırken A6000'ı en fazla 2,000 TL'ye bulabilirsiniz. Wi-fi özelliği son derece kullanışlı. Görüntü kalitesi iyi. Optik vizör yerine elektronik vizör kullanması nedeniyle kaba ve hantal bir görüntü vermiyor. Bunlar artıları. Ancak diğer tüm anasız kameralarda olduğu gibi pil ömrü bir dezavantaj. Dokunmatik ekranın olmaması da, cabası.
Sil